Dune serisi, kesinlikle tek tek kitap bazında ele alınmaması gereken bir seri. Yine de dördüncü kitabı bitirenler, üç kitapta olup bitenleri tamamen sindirebildiği ve artık olanları daha net görebildiği için yorum yapma konusunda daha emin davranabilir. Hali hazırda anlatılanların hepsi size sürekli bir geçiş süreci olduğunu ve nihai sonun hepsini noktalayacağını hatırlatıyor. Yine de, bu sürecin en az üç kitaba yayılması, gerçekten takdire şayan bir durum. Öyle ki ikinci kitapta Paul'un eşinin ölmesi ve çocuklarının doğmasının ardından çölde kaybolması ile başlayan bu seçimler silsilesinin, neden ve nasıl olduğunu anlayabilmeniz için dördüncü kitabın sonuna kadar beklemeniz gerekiyor. Bekleyip gördükleriniz de hem şaşırtıyor hemde sizi üzüyor.
Kitaplar ritim olarak birbirine çok yakın. Hepsi uzun diyalogların ve kafanızı karıştıracak nasihatlerin ışığında ilerlerken sonlara doğru giderek çözülüyor ve ani bir hareketlilik ile son buluyor. İkinci kitap ise tamamen bir geçiş kitabı. Zaten en durgun ve kısa kitapta ikinci kitap. İmparator olan Paul'un, iktidarını korumak için verdiği mücadele ile çevresinde dönen entrikalara şahit olduğunuz, siyasi ve sinsi eylemlerin ön planda olduğu bir hikaye örgüsüne sahip. Bu yüzden de sakin ilerliyor. Fakat kısa olması bu yanını kamufle ediyor. Kitabın sonu ise bugüne kadar okuduğum dört kitabın sonu ile aynı epiklikte bitiyor. Bitirdiğiniz anda sizde gerçekten iz bırakıyor.
İkinci kitap boyunca geçirdiği evrim sayesinde zamanın salonlarında gezebilen Paul'un kehanet yeteneğine hapsolmasına ve artık neredeyse gördüğü geleceği birebir uygulayarak bilinmezlikleri ortadan kaldırmasına şahit oluyoruz. Sürekli geleceği gördüğünüzü ve en küçük değişikliğin beklemediğiniz sonuçlara sebep olacağını, bu yüzden beklenmeyenden kaçmak adına, gördüğünüz gelecek sanrıları içerisinde yaşayıp, çizilen yoldan sapmadığınızı bir hayal edin. Ve en sonunda öyle bir noktaya geliyorsunuz ki, yaşamaktan korktuğunuz gelecekten kaçıp ölmeyi yeğliyorsunuz. Yok olmayı.Paul'un korkup kaçtığı gelecek nedir bilmeden üçüncü kitaba geçiyoruz. Paul'un gidişinin ardından kız kardeşi, annesi ve çocuklarının Dune'da ki hikayesi üçüncü kitapta çok kısa bir zaman aralığının ardından kaldığı yerden devam ediyor. Burada ana rahminde uyananların kendileri arasında ve kendi öz bilinçleri ile mücadelelerine tanıklık ediyoruz.
Paul'un kız kardeşi Alia ve Chani'den doğan çocukları henüz ana rahminde iken baharata maruz kaldığından dolayı daha doğmadan binlerce bilincin bilgisine, tecrübesine sahip hale geliyorlar. Bu Alia için olumsuz ilerlerken, kardeşler, Ganimet ve II. Leto için bambaşka bir hale bürünüyor. Alia zihninde barındırdığı diğer tüm o bilinçlerin baskısı altında kontrolü yitirirken, Paul'un çocukları Alia'nın yitip gitmiş aklının bir ürünü olan her türlü tuzağı alt edip birçok zorluklar ile sınanıyorlar.
Kardeşler çocuk gibi görünse de barındırdıkları zihinler topluluğunu kontrol altında tutup bundan faydalanmayı zorda olsa öğreniyorlar. Bunu başaramayan Alia ise bir hilkat garibesine dönüşüyor. II. Leto'ya karşı verdiği mücadeleyi kaybeden Alia, bedenini ele geçiren, serinin ilk kitabında ki baş düşmanımız olan Baron'un kontrolü altında geçirdiği süre zarfında kurtuluşu intihar etmekte buluyor.
İkinci kitabın sonunda öldü bildiğimiz Paul geri dönse de bu sefer gerçekten ölüyor. II. Leto ise sınandığı süre boyunca Altın Yolu görüyor ve babasının korkup kaçtığı gelecek ile yüzleşerek bilinen evrende ki insanlığın hayatta kalabilmesi için kendini bu uğurda feda ediyor. Altın Yolu bizlere aktaran yazar, onun ne olduğunu ise dördüncü kitap ile açıklıyor. II. Leto kabullendiği yol uğruna insanlığını feda ederek, kadim günlerden bugünlere kadar olan zihinler topluluğuna hükmeden, istediği zaman onlar olup onların anılarını yaşayabilen, oldukça güçlü, ölümsüz bir varlığa dönüşüyor.
Altın Yol’un Ötesinde: İnsanlığın Sınavı ve Kaçınılmaz Fedakarlık
Herbert’in Dune evreninde her şey, insanlığın kolektif hafızasının ve hayatta kalma içgüdüsünün üzerine inşa edilir. Altın Yol’u nihai bir varoluş manifestosu olarak okumak mümkün: İnsanlığın durağanlığa, tekilliğe, kontrol edilebilir bir geleceğe hapsolmasını engellemek için tasarlanmış acımasız bir kurtuluş planı. Leto II’nin bedenini bir kum solucanına dönüştüren ve onu binlerce yıl boyunca evrenin mutlak hükümdarı yapan bu süreç, aslında insanlığa yönelik bir tür “şok terapisi”dir. Leto, insanları özgür iradelerini yeniden kazanmaları için zorlar; kendi despotizmi altında ezildikçe, kaçınılmaz olarak isyan etmeyi ve dağılmışlıktan doğan çeşitliliği keşfetmeyi öğrenirler. Babası Paul’ün korktuğu şey tam da buydu: İnsanlığın kurtuluşunun, bir bireyin insanlığını feda etmesine bağlı olması.
Zamanın Ruhu ve Kahramanların Trajedisi
Dune serisi, kahramanlık mitlerini sistematik bir şekilde yıkar. Paul Atreides bir kurtarıcı olarak başlar, ancak kehanetlerin prangasına dönüşen bir figür haline gelir. Leto II ise kasıtlı olarak canavarlaşır; insanlığın nefret edeceği bir sembol olmayı seçer ki insanlık bir daha asla tek bir lidere, tek bir yola körü körüne bağlanmasın. Herbert bize şunu fısıldar: Gerçek özgürlük, kaosun kabulüdür. Kontrol illüzyonunu yıkmadan ilerleme mümkün değildir. Dördüncü kitabın sonunda Leto’nun bedeninin parçalanması ve nehirlerin yeniden akmaya başlaması, bu ironiyi taçlandırır: Ölümsüzlük iddiasındaki varlık, ancak öldüğünde amacına ulaşır.
Dune’un Felsefi Dokusu: Neden Hep Geçişler?
Kitapların ritminin sürekli “geçiş” hissi yaratması tesadüf değil. Herbert, okuyucuyu rahatsız etmek ister. Diyalogların yoğunluğu, karakterlerin iç çatışmaları ve ani eylem patlamaları, insan zihninin de tıpkı evren gibi dengesiz ve akışkan olduğunu hatırlatır. Serinin bütününe baktığımızda, her kitap bir öncekinin temellerini dinamitler. İkinci kitapta Paul’ün iktidarı, üçüncüde Alia’nın çöküşü, dördüncüde Leto’nun tanrılaşması… Hepsi, insanın güç karşısında nasıl kırılganlaştığının metaforudur.
Son Söz Yerine: Müzik ve Kum
Tıpkı Dune’daki kumlar gibi, bu kitaplar da ellerinizin arasından kayıp gider. Zamanla şekil değiştirir, her okumada başka bir katmanını keşfedersiniz. Paul’ün çölün karanlığında kayboluşunu okurken çalan o müzik, belki de Herbert’in kelimelerinin ruhunu yakalayan bir ağıt gibidir: Hem hüzünlü, hem umut dolu. Çünkü Dune bize şunu öğretir: Hiçbir şey son değildir. Leto’nun bedeni yok olsa da, tohumları galaksinin dört bir yanına savrulur. Tıpkı okurun zihninde yeşeren fikirler gibi…
Yorumlar
Yorum Gönder